Powered By Blogger
Güner Yiğitbaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Güner Yiğitbaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Kasım 2017 Pazartesi

Sen kimsin ya! - Güner Yiğitbaşı

Sen kimsin ya! - Güner Yiğitbaşı
Geçtiğimiz hafta,bir ağır ceza mahkememizde, yargı yetkisini Türk Milleti adına kullanan bir emanetçi olduğunun farkına varamayan,mahkeme kürsüsünü babasının tapulu malı ve kendisini layüsel  (sorumsuz,sorumlu tutulamaz) zanneden bir yargıç'ın (başkanın)  hiç hoş olmayan,bir yargıca yakışmayan kötü bir tutumuna tanık olduk.

Bundan sonra, tanık olduğumuz ve ileride tanık olacağımız,kendilerini yasaların üstünde ve dokunulamaz,sorumlu tutulamaz zanneden hakimlerin ve savcıların hukuk dışı tutumlarını makale konusu yaparak,kendilerini adlarına yargı yetkisini kullandıkları Türk Milletine şikayet edeceğiz.

Olay şu; yargılama bitti,sayın savcı yazılı olarak esas hakkındaki mütalaasını sundu,biz savunma makamı olarak esas hakkındaki savunmamızı hazırlamak için süre istedik ve celse itibariyle de tutuklu olan müvekkilin tahliyesine ilişkin talebimizi gerekçeleriyle sunduk.

Sayın savcı iddianamesinde, müvekkilin suçluluğuna kanıt olarak gösterdiği bir itirafçının beyanına, onun söylemediği müvekkili suçlayan bir cümle ilave etmiş olduğu için,tahliye talebimizde savcının bu yanlışına değindik ve itirafçının ifade tutanağında, müvekkilin suçlandığı o cümlenin yer almadığını, ortada kasıt dışı yapılan bir yanlışın olduğunu dile getirdik.

Ertesi celse için savunmamızı hazırlarken,savcının esas hakkındaki mütalaasında da,iddianamede, müvekkil sanık aleyhine yapılan bu yanlışlığın aynen yer aldığını gördük.Dosyayı yeniden incelediğimiz de gördük ki; itirafçının,müvekkil aleyhinde onu suçlayan o cümleyi söylememesine rağmen,savcının iddianamesinde hatalı bir şekilde yer verdiği sanığı suçlayan bu beyanın, ilçe savcısı tarafından düzenlenen Fezlekede de aynen yer almakta.

Anladık ki;ilçe savcısının fezlekede yaptığı bu yanlışlık,zincirleme bir şekilde, kopyala yapıştır usulüyle önce iddianameye,daha sonra da esas hakkındaki mütalaaya taşınmış.

Olabilir savcı da insanoğlu,iş yoğunluğundan ve kasıt olmadan savcı bir hata yapabilir.

Ancak,savcının mütalaasını sunduğu celsede,aynı yanlışın mütalaada da yapıldığını bilmeden, savcının iddianamede sanık aleyhine yaptığı yanlışı, tahliye talebimizde altını kalın çizgilerle çizerek dile getirdik.

Biz bu davanın savcısı olsaydık;yasalara göre,savcının sadece sağın aleyhinde olan delilleri değil, lehine olan delilleri de toplamakla mükellef olduğu gerçeğinden hareketle, celse arasında dosyayı yeniden inceler, itirafçının ifade tutanağını yeniden okuyarak,savunma makamının dile getirdiği yaptığımız hatayı bizzat gözlerimizle görüp tespit eder ve ertesi celse, bu hatamızı düzeltir ve savunma makamına teşekkür ederek özür dilerdik.

Ne gezer.Sayın savcı hiçbir şey olmamış gibi, celse itibariyle bir önceki celse sunduğu esas hakkındaki mütalaasını aynen tekrarlayarak,bizim uyarımıza kulaklarını tıkadı.Biz de haklı olarak, yaptığımız esas hakkındaki savunmamızda, sayın savcının hatasını görmezden geldiğini,hatasını düzeltmediğini, özür borcunu yerine getirmediğini dile getirdik.

Sayın mahkeme başkanı;bizim,sayın savcıdan  hatasını düzelterek yapacağı özür dileme beklentimize çok içerlemiş ve kızmış olacak ki,yargının özür dileme görevinin olmadığını söyleyerek bizi iyice hayretlere düşürdü.

Siz kimsiniz ya? Siz de, her Türk Vatandaşı gibi, Anayasaya ve yasalara uygun davranmak, anayasaya ve yasalara göre Türk Milleti adına, onun asaletine yakışır vaziyette yargı yetkisini kullanmakla görevli, anayasanın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik kuralına tabi bir kamu görevlisisiniz.

Bugün hapishaneler, bir zamanlar burunlarından kıl aldırmayan,burunları kaf dağında, kendilerini semalarda gören,önüne gelenleri tutuklayarak hapse atan,uydurma delillerin temelinde yer aldığı kumpas davalara ve kararlara imza atan Fetö'cü yargıçlarla dolup taşmış durumdadır.

Her yargıç, ben neyim değil, ne olacağım diyerek, savunma ve adil yargılanma hakkına saygılı olarak görev yapmak zorundadır,bir hata yapan yargıç da,savcı da yeri geldiğinde özür dilemek zorunda kalabilir, sıfatı ve makamı ne olursa olsun,hatasını kabul ederek özür dileyebilmek, insanı alçaltmaz,bilakis yüceltir.

Bu böyle biline.

05/11/2017
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

2 Kasım 2017 Perşembe

Yargıda İtirafçı Sorunu - Güner Yiğitbaşı

Yargıda İtirafçı Sorunu - Güner Yiğitbaşı
Ülkemiz; yargının, kendilerini itirafçı tanık olarak nitelendirdiği, bize göre ise;aslında,tanıklık kurumunu değersizleştirmemek  ve tanıklık kurumuna haksızlık ve saygısızlık yapmamak adına, kendilerine sadece itirafçı denilmesi gereken, TCK.nın 221.maddesinde düzenlenen ve her neviden suç örgütü mensuplarına,etkin pişmanlık adı altında cezasızlık ve/veya ceza indirimleri sağlayan, her beyanları savcılarımız ve hakimlerimiz tarafından maalesef doğruymuş gibi algılanarak, hiçbir somut  kanıta ve belgeye dayanmayan, sadece kendilerine yarar sağlamaya yönelik,başkalarını suçlayıcı soyut beyanlarıyla, masum insanların tutuklanmalarına ve hatta mahkum edilmelerine yol açan itirafçılar,adaleti yanıltarak,gerçek adalete ulaşmakta sorun olmaya devam ediyorlar.

Mütedeyyin bir kişi olarak bilinen,faize karşı olduğu için parasını, faizsiz bankacılık yapan Bank Asya isimli katılım bankasına yatırıp bu bankada hesabı bulunan,ilk okul ve orta okul çağındaki küçücük çocuklarını,yabancı dil ağırlıklı daha iyi eğitim almaları için, devlet okullarına nazaran, sınıf mevcutları daha az olan,daha iyi eğitim veren cemaat yanlısı okulda okutanlara;kendilerine ceza indirimi ve tutuklanmama vaadinde bulunularak yaratılan itirafçı beyanı da yapıştırmak suretiyle,masum kişiler FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyesi olmak suçu ile yaftalanmakta ve ağır cezalara çarptırılmaktadırlar.

O kadar ki; hazırlık soruşturması sırasında gözaltındayken kolluğa veya savcıya,şüpheli sıfatıyla ve itirafçı olarak verdiği, bir başkasını örgüt üyesi olmakla suçladığı soyut beyanını, vicdanen rahatsız olarak,sonradan kovuşturma evresinde,hem de tanık sıfatıyla yeminli olarak alınan ifadelerinde geri alsalar dahi, itirafçının önceki gerçek dışı beyanına itibar edilerek,masum kişilerin cezalandırıldıklarına tanık olunmaktadır.

İtirafçıların; kendilerinin de aynı suçla suçlanmaları nedeniyle, kendilerini tutuklanmaktan ve ağır cezalardan tamamen veya kısmen kurtarmak amacıyla, suçlu psikolojisi içinde ve baskı altında verdikleri,mahalleden,iş yerinden tanıdıkları ve hatta hiç tanımadıkları başkalarını da örgüt üyesi olarak suçlamak zorunda kaldıkları,soyut ve  gerçek dışı beyanlarına, hukuken geçerli ve yeterli yasal bir delil vasfı tanımak ve hükme esas almak, demokrasi,hak ve özgürlükler adına, bu ülkeye ve Türk Yargısına yapılacak en büyük kötülüktür.

Sayın Cumhurbaşkanı; son günlerde yaptığı konuşmalarında, itirafçıların adaleti yanıltacaklarına ilişkin kuşkularını açıkça dile getirmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanı;Amerikada tutuklu  olarak yargılanan Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı ile Rıza Zarab üzerinden,Amerika yargısı tarafından itirafçılığa prim verildiği taktirde, itirafçı beyanlarının, ülkemize ve hatta kendi şahsına yönelik haksız suçlamalara yol açabileceğinin farkına vararak,Amrikada tutuklu Rıza Zarab'ı kast ederek, “benim vatandaşımı sebepsiz olarak iki seneye yakın bir süredir tutuklu olarak yargılayıp itirafçı olarak kullanacaksın,sen koskocaman Amerikasın”diyerek Amerika'yı itirafçı kullanarak yargıyı yanıltmakla suçlamaktadır.

Oysa ki;yukarıda belirttiğimiz gibi, bizim kendi ülkemizde de,itirafçılar kullanılarak, itirafçı beyanlarıyla binlerce insan tutuklanarak cezaevlerine konulmaktadır.

Hak, hukuk ve adalet,her demokratik ülkede aynı kurallara tabi olmalıdır.İtirafçılık kötü ise,adaleti yanıltıyorsa ve bu nedenle Amerika itirafçı kullanmamalıysa, biz niçin itirafçı kullanıyoruz? Bu çifte standart uygulamanın haklı gerekçesini,bize  birisi açıklasın lütfen.

Ey Amerika, senin kullanacağın itirafçı kötüdür, benim itirafçım iyidir demeye kimsenin hakkı yoktur.Sayın Cumhurbaşkanımızdan; itirafçılığın,etik dışı ve kötü bir şey olduğunu, menfaat ilişkisine dayalı itirafçı beyanlarının,adaleti yanıltacağı,bu nedenle itirafçı beyanlarına prim verilmemesinin gerektiği açıklamasını, Türk Yargısı için de yapmasını istiyoruz.

02/11/2017
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

1 Kasım 2017 Çarşamba

Bu işin sonu nereye varacak?

Bu işin sonu nereye varacak?
Ülkemiz sorunlarla dolu.

Tüm inkarlara rağmen hazine tamtakır.

Bütçe açığı had safhada

İç ve dış borçlar tavan yapmış,ödemeler dengesi bozuk,dış ticaret açığı her gün artıyor,ithalat bir türlü önlenemiyor,ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı unutmuşuz.

Yetkililer halka moral vermek için,ihracatımızın geçen yılın bu aylarına göre arttığını söylemekle yetiniyorlar,ithalatın da geçen yıla göre büyük oranda artması nedeniyle, dış ticaretteki açığın geçen yıla göre arttığını dile getiremiyorlar,ihracat arttı diyerek halkı aldatıyorlar.Bir zamanlar bolca ürettiğimiz,kendi ihtiyaçlarımıza bolca yeten tarım ürünlerini,eti ve hatta samanı dahi ithal ediyoruz.Tarım ve hayvancılığımız her yıl geriliyor,çiftçimiz mazot parasına yetişemiyor.

Dolar almış başını gidiyor,dolar kuru yükseldikçe akaryakıt ürünlerine kısa aralıklarla otomatik olarak zamlar yapılıyor,memur ve işçi maaşları,tarım ürünlerinin fiatı ve çiftçinin cebine giren para ise, yerinde sayıyor veya en başta benzin ve mazot fiyatları olmak üzere,doların artışından kaynaklanan zamların çok gerisinde kalıyor.

İşsizlik had safhada,işsizliğe çare bulunacağına ilişkin, hiçbir umut ışığı yok.

Eğitim;karmakarışık,sürekli sistem değişikliğine gidiliyor,tüm çaba ve arayış, kindar ve dindar nesli nasıl çoğaltabiliriz.TEOG kaldırıldı,sınavlar yaklaşıyor, aradan geçen uzun zamana rağmen, TEOG'un  yerine gelecek olan sistem henüz belirsizliğini koruyor.

Terör önlenebilmiş değil,komşularımızla sorun yaşamaya devam ediyoruz,Irak ve Suriye sınırları hala sorunlu,ülkenin güvenliği hala tehlikede.

Yargı bağımsız değil,bir Bylock illeti var ki; arkası kesilmiyor,telefonunda ve hattında Bylock çıkmış,kapatılan falanca derneğe üye, çocuğunu cemaat okullarında okutmuş,Bank Asyada hesap açtırmış,yurt dışı gezisine katılmış, falanca şirkete sigorta kaydı çıkmış gerekçesiyle,bunların tamamı darbeci ve Fetöcü denilerek, her gün onlarca kişi gözaltına alınıp gözü kapalı tutuklanıyor,önceki tutuklular ise,hakim önüne çıkmak ve kendisini savunabilmek için gün sayıyor, hakim önüne çıkma şansı bulanlar da, tutuklama nedenleri kalktığı halde, tutuklu olarak yargılanmaya devam ediyor, siyasal iktidar,işini gücünü bırakmış, dolan cezaevlerine alternatif olarak,yeni cezaevi inşaatlarına  hız vermiş durumda.

Bu kötü gidiş karşısında iktidarın yapması gereken nedir, bu kötü gidişe çare bulmak değil midir?

Peki iktidar ne yapıyor? Her gün konuşarak içeriye ve dışarıya bolca laf yetiştiriyor, ona buna posta koyuyor, iktidar partisinin iktidar yorgunluğunu,tükenmişliğini metal yorgunluğu olarak adlandırarak,partiyi makyajlamaya çalışıyor,bunun için de iktidar partisinin bazı il ve ilçe teşkilatını ve belediye başkanlarını istifaya zorlayarak istifa ettiriyor ve yerine yenilerini getirerek iktidar yorgunluğunu ve tükenmişliğini önleyeceğini zannediyor.

Siyasal iktidar, tabanını muhafaza edebilmek için, bunca sorun içinde çok lazımmış ve gerçekten ihtiyaç varmışçasına, müftülere ve imamlara,imam nikahı kıymaları yetmiyormuş gibi, bir de  medeni nikah kıyma yetkisi veren yasal değişiklik yapıyor. Bir yandan da, halkın cebinden daha fazla nasıl para çekerim de lüksüme devam ederim çabasını sürdürüyor.

Yaklaşan seçimlerin de etkisiyle sinirler iyice gerilmiş olmalı ki,iktidar partisi ile ana muhalefet partisi,karşılıklı olarak birbirlerine yönelik neredeyse hakarete varan ağır sözler söylüyorlar,ihanet ve diktatör sözlerinin havada uçuştuğu ağır suçlama ve tartışmalar bitmek bilmiyor.

Artık, iktidarın küçük ortağı gibi çalışan yavru muhalefet, muhalefet partisi olduğunu unutmuş vaziyette, ana muhalefet partisini eleştirerek,iktidar partisine asist yapıyor.İyi Parti'nin kurulması nedeniyle, biraz gecikmeyle de olsa, dün itibariyle, kendisinden doğan İyi Parti hedeflerini top atışlarıyla dövmeye ve yıpratmaya çalışıyor.

Özellikle;vize,Kuzey Irak politikası,PYD ve PKK'ya silah yardımı,silah ve hava savunma füzelerinin alımı konularında Rusya'ya yanaşılması,aynı şekilde Suriye sorununda ABD dışlanarak Rusya ve İran ile iş birliğine gidilmesi,Amerikada tutuklu olan Rıza Zarrab soruşturmasında, Zarrab'ın itirafçı yapılmaya çalışılması,ucu açık olan bu soruşturmanın, bazı politikacılarımızı da içine alacak şekilde genişletilmek istenmesi gibi nedenlerle, ABD ile siyasal iktidarın arası açılmış olup; ABD, şimdilik fırtınadan önceki bir sessizliğe bürünmüş beklemekte.

Evet değerli okurlar, sizce bu işin sonu nereye varacak?

Tek tesellimiz,ülke sorunlarını çözemeyen, çözmek bir yana,ülke için kendisi sorun olan kötü iktidarların görevden uzaklaştırılmalarının tek demokratik yolu olan seçimler oldukça yakın.

01/11/2017
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Güner Yiğitbaşı

29 Ekim 2017 Pazar

(Tarihten bir yaprak) Şimdi gerçekten öldüm işte!

(Tarihten bir yaprak) Şimdi gerçekten öldüm işte!
Ben, Van ve Erciş de yüzlerce kişinin enkaz altında kalarak öldükleri depreme Erciş de yakalanarak enkaz altında yaşamını yitiren onlarca öğretmenden biriyim.

Ben, Cumhuriyet çocuğuyum, bu nedenle, Cumhuriyetin kazanımlarından yararlanarak ve Cumhuriyetin ilkelerini benimseyerek okudum ve öğretmen oldum.

Cumhuriyetin kazanımlarını ve ilkelerini benimseyerek, bunların savunuculuğunu yapacak ve Türkiye Cumhuriyetini daha da ileriye götürecek olan genç nesiller yetiştirmek üzere, tüm sıkıntılarına, yokluklarına ve zorluklarına katlanarak, Erciş ilçesinde severek ve isteyerek öğretmenlik yapmaya başladım.

Hayatın cilvesi işte, her şey iyi ve yolunda giderken, tabii bir afet olan depremin, Van ve Erciş'i vurması üzerine, yıkılan bir binanın enkazı altında kalarak, hayata veda ettim.

Beni bu fani dünyadan uzaklaştıran depremden üç beş gün sonra, 29.Ekim.2011 de, Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümü kutlanacaktı. Tek arzum; öğrencilerimle birlikte 29.Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlamak ve bu vesileyle, ülkemizde Cumhuriyeti kuran Atamızı ve diğer büyüklerimizi anıp, onlara şükranlarımızı sunmak ve öğrencilerime, Cumhuriyetin ilkelerini ve pozitif kazanımlarını anlatarak, onların Cumhuriyetin ilkelerine ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimize dört elle sarılmalarına katkı sağlayabilmekti.

İnanın, depremde enkaz altında kalarak bedenen sizlerden ve aile yakınlarımdan ayrılmış olmam, beni  hiç üzmedi, tek üzüntüm, 29.Ekim.2011 tarihinde Cumhuriyetimizin 88.kuruluş yıl dönümünü kutlama imkanından mahrum kalmış olmamdı.

Aslında daha yolun başındaydım ve bu vatana ve bölge halkına yapacağım ve yapmak istediğim daha çok güzel şeyler vardı. Ancak, benim için kısmet bu kadarmış.

Ülkemizde, Cumhuriyetin ilkeleri doğrultusunda yetişmiş, insan hak ve özgürlüklerini ve demokrasiyi benimsemiş ve özümsemiş çok sayıda insan ve öğretmenin var olduğunu bildiğim için,  deprem yüzünden hayatımı kaybederek, Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümünü kutlayamamaktan kaynaklanan üzüntüme rağmen, teselli buluyor ve gözüm arkada kalmıyordu.

Canlı bedenim sizlerden ve ülkemden kopmuş olsa da, ruhum sizlerle ve ülkemle birlikte tüm canlılığı ile yaşamaya devam edecek, Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşlarının yadigarı olan, insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin yaşatılması ve daha da ileriye götürülmesi için yapılacak olan icraatları uzaktan izleyerek, teselli bulacaktım.


Biliyordum ki; benim yapamadıklarımı, arkamda bıraktığım arkadaşlarım yapacaklar, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 88.yıl dönümü, tüm ülkede coşkuyla kutlanacak, Cumhuriyetimizi kurarak bize emanet eden Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşları, minnetle anılacak, bu coşkulu kutlamalarla, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin her kesimden tüm iç ve dış düşmanlarına korku salınacak ve  hak ettikleri cevap verilecekti.

Heyhat!

Bir de ne duyayım; her fırsatta insan hak ve özgürlüklerinden, demokrasiden, Cumhuriyetten dem vuran ve daha özgür bir yeni Anayasa yapma hazırlığında olan Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN, bir genelge yayınlamış ve tüm yurtta, çelenk sunumu ve tebriklerin kabulü dışında, Cumhuriyetimizin 88.kuruluş yıl dönümü olan bu seneki Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ve resmi geçit törenlerini  iptal etmiş.

Gerekçe olarak da, benim de enkazı altında kalarak hayata veda ettiğim Van depremini göstermiş. Asıl beni üzen husus da, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının iptaline, benim de enkazı altında kalarak bu hayattan göçmeme neden olan  Van depreminin gerekçe yapılarak, benim cansız bedenimin, bu gereksiz iptal kararına alet edilmiş olmasıdır.

Oysa ki, benim tek arzum ve vasiyetim, geride bıraktığım arkadaşlarım tarafından, Cumhuriyetin 88. kuruluş yıl dönümü olan 29.Ekim.2011 bugün, Cumhuriyet Bayramının coşkuyla kutlanmasıydı. Şunu da ilave edeyim; Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal ettiniz ama, görüyorum ki, ölenle ölünmüyor ve herkes, olduğu gibi günlük yaşantısına aynen devam ediyor.

Kaldı ki, ülkemiz, tabii afet olsun, PKK terörü olsun çok sık aralıklarla onlarca toplu ölümlere maruz kalıyor, bu koşullarda, Milli Bayramlarımızı iptal etmeye kalktığımızda, hiçbir bayramı kutlama imkanı bulamayacağımız çok açık. Önümüzde, bir de dini Kurban Bayramı var. Kurban Bayramı için Sayın ERDOĞAN ne düşünüyor bilemiyorum.

İşte, en önemli Milli Bayramız olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının, hem de, benim de içlerinde bulunduğum Van depreminde ölenler gerekçe gösterilerek iptal edilmesiyle, şimdi ben gerçekten öldüm.

Sizlerin, kutlanması yasaklanan, ancak hepinizin gönüllerinizde yürekten kutladığınızdan emin bulunduğum 29 Ekim Cumhuriyet Bayramınızı kutluyorum.

Hoşça kalın.

29.Ekim.2011
Güner YİĞİTBAŞI

Güner Yiğitbaşı