Powered By Blogger
Köşe Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Köşe Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Kasım 2017 Salı

Asitle Elleri Ayakları Yakılmış Bir Irak’lı Türkmen

Asitle Elleri Ayakları Yakılmış Bir Irak’lı Türkmen
Hemen her gün, yanıma bazen ya bilgisayarımı, bazen ya fotoğraf makinemi alır yola düşerim. Ama her gün elimde, sırtımda da taşıyabileceğim kadar kullanışlı bir çantam olur. İçinde gazetem, kitap vs olur. 
Benim bu halimi gören bir komşum, şakacıktan bir gün bana takıldı:
“-Komşu sen tahsildar mısın, kargocu musun, bu çantayla nerelere gidiyorsun, her gün her gün böyle? Ben de ona şakayla yanıt veririm:
“-Yok komşu ben sünnetçiyim” derim, o da:
“-Yok canım bizden geçti, benden yıra” der, gülüşür geçeriz. İşte insanda böyle bir gazetecilik yaşantısı oldu mu, her şeyi yazmak istiyor.
Şimdi asıl konumuza gelelim.
7 Kasım 2017 Salı günü işte böyle bir gün sırtımda çanta metroya bindim. Metroda bazen birbirinden ilginç olaylara tanık olurum. 
Gazetemi açtım okurken, yanımdaki biri ile bir konuda konuşmaya başladık. Sohbete o kadar daldık ki, hemen onun yanında oturan elleri ve bacakları yanıp kavrulmuş bir adam vardı. Sohbeti bırakıp da, o elleri, ayakları kavrulmuş adamla konuşmak mümkün olmadı. Kavrulmuş elleri ile o adamı merak ediyordum ama yanımdaki sohbeti bırakmak istemiyordu.
Nihayet sohbet bitti, elleri kavrulmuş 50 yaş civarında görülen yanındaki adama yöneldim.
-Hemşerim ne oldu sana böyle, kusura bakma merak ettim, dedim. Adam gayet soğukkanlı bir şekilde:
Beni Irakta Amerikalılar ve İranlılar asitle yaktılar”, dedi. Konuşma, şivesine bakınca, sen nerelisin, dedim:
“-Men Iraklı Türkmenem, dedi. Elleri ve ayakları ABD li askerler tarafından asitle yakılan bu adam Sünni Türkmenlerdenmiş.
Aman Tanrım, öylesine ürperdim, öylesine şaşırdım ki, anlatamam. Adama:
“-Arkadaş nasıl olur, Amerikalılarla İranlılar birbirini hiç sevmezler”, dedim.
“-Peki, kardeşim, nasıl yandı bu ellerin, ayakların, diye Iraklı Türkmen’e sordum. Adının Hızır olduğunu öğrendiğim, adam anlatmaya başladı:
Asitle Elleri Ayakları Yakılmış Bir Irak’lı Türkmen
“-Amerikalıların Irak’ı işgal ettikleri sırada çok kan döküldü, çok canlar gitti. İnsanlar, çok zulüm işkence gördüler. Biz de evimizin yakınında bir yerde üç beş kişi dururken, biraz uzağımızda bulunan Amerikan askerlerinin üzerine bir yerlerden el bombası atılmış. Ölen yaralanan askerler olmuş. Orada bulunan bütün erkekleri yakalayıp hapishaneye attılar, günlerce bize işkence yaptılar. Bizi çırılçıplak soydular, ayaklarımızı, elerimizi asitle yaktılar”.
Ben dehşete kapılmıştım:
-Peki, sizden ne istiyorlardı, ne suç işlediniz de bu işkenceyi yaptılar, dedim. Adam şöyle dedi.
“-Söyleyin, o el bombasını askerlerin üzerine kim attı” Söyleyin, o el bombasını askerlerin üzerine kim attı” diyorlardı.
“-Biz atmadık, kimin attığını bilmiyorduk”, diyordu adam.
Adam asitle yanan ellerini, pantolonunun paçasını kaldırıp asitle yakılan bacaklarını gösteriyordu. Adamla daha ayrıntılı konuşmak isterdim ama ineceği Demetevler istasyonuna gelince, metrodan acele indi, gitti. Biz şaşıp kalmıştık, bir korku filminin sahnesi gibi geldi bize bunlar.
ABD lerinin Irak’ı işgalini düşünürsek, birbirinden dehşet, vahşet olaylar yaşanmıştı.
Saddam Hüseyin Hanefi-Sunni, Türkmenlerin çoğunluğu Sunni, İranlılar Şafi-Şii. Bu savaşta ayrı mezheptekiler bile kullanılarak birbirlerine saldırtmışlar, demek ki birbirini kırdırtmışlar. “Allah kimselere, hiçbir millete işgal göstermesin” diye adamın arkasından söylendim durdum.
Eve gelince internetten Irak işgaline ilişkin pek çok yazı ve resimleri gördüm. Bunu sizinle paylaşmak istedim. İşte tanık olduğum dehşet, işte internette birkaç işkence anlatımları.

Amerikanın Gizlediği İşkence Fotoğrafları!

Evli kadına kocasının gözü önünde tecavüz ettiler

Irak'ta ABD İşkencelerini unuttunuz mu! +18 (Foto)

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız

Depresyon depremi - Tünay Süer

Depresyon depremi - Tünay Süer
Yaşamımızın en büyük düşmanı ne yazık ki depresyon denilen illet…
Depresyon tıpta beyin bozukluğu olarak tanımlanıyor.
Biyolojik farklılıklar, beyin kimyası, hormonlar, kalıtsal özellikler ve yaşam koşulları gibi faktörlerden etkilenirmiş.
Mutsuzluğun sürekliliği, kendine güvenin yitirilmesi, yaşama zevkinin azalması ve karamsarlık şeklinde kendini gösteren sinsi hastalık deprasyon.
2017 Nisan, Dünya Sağlık Örgütü'nün raporuna göre Türkiye'de 3 milyon 260 bin kişi depresyondaymış.
Dünya çapında depresyonda olan kişi sayısı 350 milyona yükselmiş.
Yüzde 80'inden fazlasının düşük ve orta gelir seviyesindeki ülkelerde tespit edildiği belirtiliyor.
“Ülkemizde son beş yılda antidepresan kullanımı 7 milyon kutudan 12 milyona ulaşmış.”
Depresyonu tetikleyen binlerce neden sayabiliriz.
Bunları kısaca anlatmamın nedeni ülkemin bugünkü hali…
Ben bunca insanın bu illete bulaşmasının sebebini en başta emperyalist büyük güçlerin ülkelerin düzenlerini bozmalarına, kendilerini dünyaya hâkim kılacak tek güç yapma egolarından olduğuna inanıyorum.
Gençlerimiz neredeyse okul kapılarında satılan haplarla zehirleniyorlar.
Uyuşturucu trafiği bir türlü kesilemiyor.
Genetiği bozulmuş yediğimiz gıdalar…  Dışardan ithal eder hale gelmişiz.
 İşin acı tarafı 4 mevsimi yaşayan ve dünyanın gözünü diktiği ülkemizde tarım yok edilmiş durumda.
Yine bu güzel ülkemizde kanser ve diğer ölümcül hastalıkların bu kadar çoğalması elbette dikkat çekmektedir.
Ve tüm bunlara Türkiye’yi parçalamak isteyen iç ve dış hainleri  (ABD) katarsak başka sebep aramaya gerek kalmıyor gibi.
Adamlar pişkin…
Güya müttefiklerimiz…
Türkiye’yi parçalamak için her şeyi denediler olmadı…
Şimdi utanmadan PKK ve uzantılarını son model askeri gereçlerle donatarak üzerimize salıyorlar.
Zaten ülkeler arasında dostluktan önce çıkarlar gelmektedir.
Depresyonu tetikleyen etkenlerden önemli olanların teki de iç siyasetimiz, işsizlik, yoksulluk VB…
Ülkemizde son beş yılda antidepresan kullanımı 7 milyon kutudan 12 milyona ulaşmış.
Gazetelerde şu iki günlük bilançoya bakalım.
Türkiye’nin yarısı çıldırmış gibi…
Kadın dayakçı kocadan boşanmaya kalktı, boşanmak istemeyen koca karısına acı çektirmek için 10 yaşındaki öz oğlunu öldürdü.
Zonguldak’ta Türkiye Taşkömürü kurumunda çalışan 3 bin işçi, özelleştirmenin önünü açan torba yasa tasarısını protesto etmek için yerin 170 metre altındaki Madene kendilerini kilitlediler.
735 bin esnaf, 164 bin patron  işini kaybetti…
Van’ın Çaldıran İlçesi’ndeki Üs Bölgesinde teröristlerin kurduğu pusuyu fark ederek silah arkadaşlarına siper olan kahraman şehidimiz, Üsteğmen Mehmet Sakallı’nın baba ocağına ateş düştü…
Hele bir haber var ki beni hem kızdırdı hem de ağlattı. Okumuşunuzdur mutlaka…Ankara’da gözü dönmüş 4 magandanın  tartıştıkları belden aşağı  felç Gazi Astsubay Muzaffer Oktay ve koltuk değneğine mahkum Gazi Uzman Çavuş  İbrahim Kızılkaş’ı ailelerinin gözleri önünde  öldüresiye dövmeleri haberi….
Bu vatan için bedenlerinin bir kısmını kaybetmiş aslan gazilerimize bunu reva görenlerin elleri kırılsın inşallah.
Bunu yapanlar insan olmazlar.
Bunu yapanlar Türk olamazlar…
Ya PKK’ lılardır ya da ABD beslemeleridir.
Bazı gazetelerin 3. Sayfalarındaki kan donduran cinayetleri yazmayacağım artık.
Zira ben de kafayı üşüteceğim bu gidişle.
Güya Antalya’ya biraz hava değişimine ve çok özlediğim ablacığımla, yakınlarıma hasret gidermeye geldim. İstanbul’dan rahatsız çıkmıştım.
Yarın buraya geleli tam 15 gün olacak ve ben bir türlü iyileşemedim.
15 gündür, doktor, hastane ablacığımla dolaşıyoruz.
En son Antalya Araştırma Hastanesi Acil de7saat kaldım. Astım atakları geçiriyormuşum.
Ve maalesef akciğerlerden teki işlevini yapmıyormuş, filan falan.
Nefes alamadığım için çok zordayım. Uyku yok günlerdir.
İçimde Bremen Mızıkacıları var sanki.
Şimdi tedavi görüyorum.
İlaçlarım ağır.
İnşallah iyileşeceğim.
Bu arada sigara mecburi bırakıldı.
Bu yazıyı çok zor şartlarda yazdım.
Kaç kez kalktım oturdum hatırlamıyorum.
Şimdi düşünüyorum.
Toplum olarak ne olacak halimiz?
Ne zaman bu sıkıntılardan kurtulacağız?
Umut ruhun gıdasıdır derler.
İyi şeyler düşünelim ki ruhlarımızı doyuralım…
Yarınlara, mutluluklara doğru yol alalım.

Tünay Süer
7 Kasım 2017

Unutulmamak ve Anılmak - Gündüz Akgül

Unutulmamak ve Anılmak - Gündüz Akgül
Canlılar doğar, yaşar ve ölür.
Olaylar gerçekleşir, devam eder ve biter.
İnsanoğlu için önemli olan, yaşam sürecinde yaptıklarıyla unutulmamak, anılmak ve olayların insanlık ve kendi yararına bitişini sağlamaktır.
Unutulmamak ve anılmak, kötü yönleriyle olduğu gibi, iyi yönleriyle de olur.
İyi yönleriyle unutulmayanlar ve anılanlar tarih babanın altın sayfalarında, kötü yönleriyle unutulmayanlar ve anılanlar ise kara sayfalarında yer alırlar.
Tabii ki önemli olan iyi yönleriyle unutulmadan anılmaktır.
Her insan ilelebet (sürgit) anılmaz çoğu unutulup gider.
Sürgit unutulmayıp anılanlar, genelde liderler, büyük sanatçılar, devrim yapanlar olup, insanlık için, ulusu için iyi işler yaparak iz bırakanlardır.
Dünya üzerinde kötü veya iyi iz bırakan olaylar da unutulmaz ve daima anılırlar.
Örneğin;
-Bir önder vardır ki Mustafa Kemal Atatürk gibi hep iyi yönleriyle, bir önder vardır ki Adolf Hitler gibi hep kötü yönleriyle, hiç unutulmadan anılırlar.
-Ülkemizin efsane (Olağanüstü bir başarı elde etmiş kimse)   Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve Köy Enstitülerinin mimarı İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’u kim unutur ve anmaz ki.
Nuri Özsan, Ahmet Özel ve Şinasi Orel’inde Milli Eğitim Bakanlarımız olduğunu kaç kişi anımsar. Bu Bakanlarımız kötü insanlar olduğu için değil, tarihe mal olan ve iz bırakan işler yapmadıkları ve rutin (sıradan) Bakanlık yaptıkları için anımsanmıyorlar.
Bir yurttaş öldüğünde, daha gömü sırasında başlayarak arkasından iyi insandı, kötü insandı söylemleri dile getirildiğini biliyoruz.
-Fransız Devrimi, monarşiyi yıkıp, insan hak ve özgürlüklerinin önünü açmış iyi bir olay, milyonlarca insanın yaşamlarını yitirdikleri 1. ve 2. Dünya savaşları, Yahudilerin katliamı ise kötü bir olay olarak, kuşaklar boyu unutulmaz ve anılırlar.
Bu örnekleri her sınıf ve olay için çoğaltmak olasıdır.
Onun için diyorum ki;
Devlette görev alan tüm yetkililer ve etkililer, dünya barışına katkılarıyla, yurttaşları için yaptıkları yararlı işlerle, alçak gönüllü davranışlarıyla, örnek  olurlarsa, asla unutulamazlar ve kuşaklar boyu anılırlar.
Örneğin, 20 ve 21. Yıla damgasını vurmuş büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK gibi. Unutturmak isteselerde asla başaramazlar ve unuturamazlar.
Osmanlı Devleti’nde gelenek haline getirilmiş, çok güzel bir özdeyişimiz vardır.
Bu özdeyiş, Padişah da olsa neticede fani bir insan olduğunu ona unutturmamak için söylenmiştir.
“Mağrur olma Padişahım senden büyük Allah var.”
Umarım bu yazıyı okuyan herkes kendisine kıssadan bir hisse çıkarır.

07.11.2017
Gündüz AKGÜL 
Emekli Cumhuriyet Savcısı

6 Kasım 2017 Pazartesi

Sen kimsin ya! - Güner Yiğitbaşı

Sen kimsin ya! - Güner Yiğitbaşı
Geçtiğimiz hafta,bir ağır ceza mahkememizde, yargı yetkisini Türk Milleti adına kullanan bir emanetçi olduğunun farkına varamayan,mahkeme kürsüsünü babasının tapulu malı ve kendisini layüsel  (sorumsuz,sorumlu tutulamaz) zanneden bir yargıç'ın (başkanın)  hiç hoş olmayan,bir yargıca yakışmayan kötü bir tutumuna tanık olduk.

Bundan sonra, tanık olduğumuz ve ileride tanık olacağımız,kendilerini yasaların üstünde ve dokunulamaz,sorumlu tutulamaz zanneden hakimlerin ve savcıların hukuk dışı tutumlarını makale konusu yaparak,kendilerini adlarına yargı yetkisini kullandıkları Türk Milletine şikayet edeceğiz.

Olay şu; yargılama bitti,sayın savcı yazılı olarak esas hakkındaki mütalaasını sundu,biz savunma makamı olarak esas hakkındaki savunmamızı hazırlamak için süre istedik ve celse itibariyle de tutuklu olan müvekkilin tahliyesine ilişkin talebimizi gerekçeleriyle sunduk.

Sayın savcı iddianamesinde, müvekkilin suçluluğuna kanıt olarak gösterdiği bir itirafçının beyanına, onun söylemediği müvekkili suçlayan bir cümle ilave etmiş olduğu için,tahliye talebimizde savcının bu yanlışına değindik ve itirafçının ifade tutanağında, müvekkilin suçlandığı o cümlenin yer almadığını, ortada kasıt dışı yapılan bir yanlışın olduğunu dile getirdik.

Ertesi celse için savunmamızı hazırlarken,savcının esas hakkındaki mütalaasında da,iddianamede, müvekkil sanık aleyhine yapılan bu yanlışlığın aynen yer aldığını gördük.Dosyayı yeniden incelediğimiz de gördük ki; itirafçının,müvekkil aleyhinde onu suçlayan o cümleyi söylememesine rağmen,savcının iddianamesinde hatalı bir şekilde yer verdiği sanığı suçlayan bu beyanın, ilçe savcısı tarafından düzenlenen Fezlekede de aynen yer almakta.

Anladık ki;ilçe savcısının fezlekede yaptığı bu yanlışlık,zincirleme bir şekilde, kopyala yapıştır usulüyle önce iddianameye,daha sonra da esas hakkındaki mütalaaya taşınmış.

Olabilir savcı da insanoğlu,iş yoğunluğundan ve kasıt olmadan savcı bir hata yapabilir.

Ancak,savcının mütalaasını sunduğu celsede,aynı yanlışın mütalaada da yapıldığını bilmeden, savcının iddianamede sanık aleyhine yaptığı yanlışı, tahliye talebimizde altını kalın çizgilerle çizerek dile getirdik.

Biz bu davanın savcısı olsaydık;yasalara göre,savcının sadece sağın aleyhinde olan delilleri değil, lehine olan delilleri de toplamakla mükellef olduğu gerçeğinden hareketle, celse arasında dosyayı yeniden inceler, itirafçının ifade tutanağını yeniden okuyarak,savunma makamının dile getirdiği yaptığımız hatayı bizzat gözlerimizle görüp tespit eder ve ertesi celse, bu hatamızı düzeltir ve savunma makamına teşekkür ederek özür dilerdik.

Ne gezer.Sayın savcı hiçbir şey olmamış gibi, celse itibariyle bir önceki celse sunduğu esas hakkındaki mütalaasını aynen tekrarlayarak,bizim uyarımıza kulaklarını tıkadı.Biz de haklı olarak, yaptığımız esas hakkındaki savunmamızda, sayın savcının hatasını görmezden geldiğini,hatasını düzeltmediğini, özür borcunu yerine getirmediğini dile getirdik.

Sayın mahkeme başkanı;bizim,sayın savcıdan  hatasını düzelterek yapacağı özür dileme beklentimize çok içerlemiş ve kızmış olacak ki,yargının özür dileme görevinin olmadığını söyleyerek bizi iyice hayretlere düşürdü.

Siz kimsiniz ya? Siz de, her Türk Vatandaşı gibi, Anayasaya ve yasalara uygun davranmak, anayasaya ve yasalara göre Türk Milleti adına, onun asaletine yakışır vaziyette yargı yetkisini kullanmakla görevli, anayasanın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik kuralına tabi bir kamu görevlisisiniz.

Bugün hapishaneler, bir zamanlar burunlarından kıl aldırmayan,burunları kaf dağında, kendilerini semalarda gören,önüne gelenleri tutuklayarak hapse atan,uydurma delillerin temelinde yer aldığı kumpas davalara ve kararlara imza atan Fetö'cü yargıçlarla dolup taşmış durumdadır.

Her yargıç, ben neyim değil, ne olacağım diyerek, savunma ve adil yargılanma hakkına saygılı olarak görev yapmak zorundadır,bir hata yapan yargıç da,savcı da yeri geldiğinde özür dilemek zorunda kalabilir, sıfatı ve makamı ne olursa olsun,hatasını kabul ederek özür dileyebilmek, insanı alçaltmaz,bilakis yüceltir.

Bu böyle biline.

05/11/2017
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

2 Kasım 2017 Perşembe

Yargıda İtirafçı Sorunu - Güner Yiğitbaşı

Yargıda İtirafçı Sorunu - Güner Yiğitbaşı
Ülkemiz; yargının, kendilerini itirafçı tanık olarak nitelendirdiği, bize göre ise;aslında,tanıklık kurumunu değersizleştirmemek  ve tanıklık kurumuna haksızlık ve saygısızlık yapmamak adına, kendilerine sadece itirafçı denilmesi gereken, TCK.nın 221.maddesinde düzenlenen ve her neviden suç örgütü mensuplarına,etkin pişmanlık adı altında cezasızlık ve/veya ceza indirimleri sağlayan, her beyanları savcılarımız ve hakimlerimiz tarafından maalesef doğruymuş gibi algılanarak, hiçbir somut  kanıta ve belgeye dayanmayan, sadece kendilerine yarar sağlamaya yönelik,başkalarını suçlayıcı soyut beyanlarıyla, masum insanların tutuklanmalarına ve hatta mahkum edilmelerine yol açan itirafçılar,adaleti yanıltarak,gerçek adalete ulaşmakta sorun olmaya devam ediyorlar.

Mütedeyyin bir kişi olarak bilinen,faize karşı olduğu için parasını, faizsiz bankacılık yapan Bank Asya isimli katılım bankasına yatırıp bu bankada hesabı bulunan,ilk okul ve orta okul çağındaki küçücük çocuklarını,yabancı dil ağırlıklı daha iyi eğitim almaları için, devlet okullarına nazaran, sınıf mevcutları daha az olan,daha iyi eğitim veren cemaat yanlısı okulda okutanlara;kendilerine ceza indirimi ve tutuklanmama vaadinde bulunularak yaratılan itirafçı beyanı da yapıştırmak suretiyle,masum kişiler FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyesi olmak suçu ile yaftalanmakta ve ağır cezalara çarptırılmaktadırlar.

O kadar ki; hazırlık soruşturması sırasında gözaltındayken kolluğa veya savcıya,şüpheli sıfatıyla ve itirafçı olarak verdiği, bir başkasını örgüt üyesi olmakla suçladığı soyut beyanını, vicdanen rahatsız olarak,sonradan kovuşturma evresinde,hem de tanık sıfatıyla yeminli olarak alınan ifadelerinde geri alsalar dahi, itirafçının önceki gerçek dışı beyanına itibar edilerek,masum kişilerin cezalandırıldıklarına tanık olunmaktadır.

İtirafçıların; kendilerinin de aynı suçla suçlanmaları nedeniyle, kendilerini tutuklanmaktan ve ağır cezalardan tamamen veya kısmen kurtarmak amacıyla, suçlu psikolojisi içinde ve baskı altında verdikleri,mahalleden,iş yerinden tanıdıkları ve hatta hiç tanımadıkları başkalarını da örgüt üyesi olarak suçlamak zorunda kaldıkları,soyut ve  gerçek dışı beyanlarına, hukuken geçerli ve yeterli yasal bir delil vasfı tanımak ve hükme esas almak, demokrasi,hak ve özgürlükler adına, bu ülkeye ve Türk Yargısına yapılacak en büyük kötülüktür.

Sayın Cumhurbaşkanı; son günlerde yaptığı konuşmalarında, itirafçıların adaleti yanıltacaklarına ilişkin kuşkularını açıkça dile getirmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanı;Amerikada tutuklu  olarak yargılanan Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı ile Rıza Zarab üzerinden,Amerika yargısı tarafından itirafçılığa prim verildiği taktirde, itirafçı beyanlarının, ülkemize ve hatta kendi şahsına yönelik haksız suçlamalara yol açabileceğinin farkına vararak,Amrikada tutuklu Rıza Zarab'ı kast ederek, “benim vatandaşımı sebepsiz olarak iki seneye yakın bir süredir tutuklu olarak yargılayıp itirafçı olarak kullanacaksın,sen koskocaman Amerikasın”diyerek Amerika'yı itirafçı kullanarak yargıyı yanıltmakla suçlamaktadır.

Oysa ki;yukarıda belirttiğimiz gibi, bizim kendi ülkemizde de,itirafçılar kullanılarak, itirafçı beyanlarıyla binlerce insan tutuklanarak cezaevlerine konulmaktadır.

Hak, hukuk ve adalet,her demokratik ülkede aynı kurallara tabi olmalıdır.İtirafçılık kötü ise,adaleti yanıltıyorsa ve bu nedenle Amerika itirafçı kullanmamalıysa, biz niçin itirafçı kullanıyoruz? Bu çifte standart uygulamanın haklı gerekçesini,bize  birisi açıklasın lütfen.

Ey Amerika, senin kullanacağın itirafçı kötüdür, benim itirafçım iyidir demeye kimsenin hakkı yoktur.Sayın Cumhurbaşkanımızdan; itirafçılığın,etik dışı ve kötü bir şey olduğunu, menfaat ilişkisine dayalı itirafçı beyanlarının,adaleti yanıltacağı,bu nedenle itirafçı beyanlarına prim verilmemesinin gerektiği açıklamasını, Türk Yargısı için de yapmasını istiyoruz.

02/11/2017
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Diktatör - Tünay Süer

Diktatör - Tünay Süer
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eski danışmanı Ahmet Sever, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın danışmalarıyla ilgili T 24 sitesinde “Erdoğan 36 başdanışmana ne danışıyor acaba? ”başlıklı bir yazı yazmış.
Basında veya televizyonda değişik isimler duyuyorduk.
Yazı ilginç geldiği için merakla okudum.
Ahmet Sever kısaca şöyle diyordu.
 “Geçmişte aynı görevde bulunduğum için, hasbelkader bu konuyla ilgili biraz bilgiye sahibim...
“Daha önceki Cumhurbaşkanları döneminde 5-6’yı geçmeyen başdanışmanlar şimdi 36’ya fırlamış...
 “Aslında bu başdanışmanların önemli bir bölümünün Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ender görüşebildiğini, kendilerine de pek bir şey danışılmadığını düşünüyorum...”
“Erdoğan, şu veya bu nedenle bakan ya da milletvekili yapamadığı isimleri küstürmemek ve yanında tutmak için başdanışman yapmış...”
Ne yalan söyleyeyim ben, 10 -15 kişi tahmin edip,“bu kadar baş danışman olur mu ya” derken, aynen  
Ahmet Sever gibi bakan ya da milletvekili yapamadığı isimleri küstürmemek ve yanında tutmak için başdanışman yapmıştır...”diye düşünüyordum.
Meğer 36 kişiymiş…
Vay canına!
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga TBMM’si Plan ve Bütçe Komisyonu’nda milletvekillerinin sorusu üzerine Külliyede danışman düzeyinde çok sayıda arkadaşımız var.
Başdanışmanların eline  ‘6 bin 400 TL.  Geçtiğini ve uçak biletlerinin dışında başka bir şey ödenmediğini söylemiş.(!)
Genel Sekreterin yanıtı Ahmet Sever’i ikna etmemiş tabi…
36 başdanışmanın sekreteri, makam aracı, şoförü, lojmanı, cep telefonu yok mu? Cumhurbaşkanı ile yurt dışına seyahat eden başdanışmanların 5 yıldızlı otellerde konaklamaları, yeme içmeleri karşılanmıyor mu? Ayrıca, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan bu 36 başdanışmana neyi, ne kadar danışıyor acaba? Her birine 15 dakika danışsa, günde 9 saat eder...”diyerek okurları ile düşüncelerini paylaşmış…
İşte bizim ödediğimiz vergilerden sadece küçük bir bölümünün nerelere gittiğini görmüş oluyoruz böylece…
Buna bir de 1150 odalı sarayın masraflarını katarsak…
                                                                    ***

 DİKTATÖR
Ülkemizdeki siyasi kamplaşmada diktatör sözünü sık işitir olduk.
Diktatör deyince çoğumuzun aklına Hitler,2.Nicholas, Kim-il Sung, Saddam gibi acımasız isimler geliyor.
Peki, diktatör demek çok kötü bir söz müdür?
Küfür müdür?
Hakaretmidir?
Nedir?
Bunların hiçbirisi değil tabi.
Kişilerin anlayışlarına göre de değişik şekillerde tanımlanır.
Mesela, kutsallaştırılmış, yanılmaz ve mutlak güç sahibi bir lider de deniliyor.
Birkaç gün önce CHP Genel başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan AKP Genel Başkanı aynı zamanda  Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik “Faşist,diktatör” demiş  bu sözlerinden ötürü de hakkında soruşturma başlatılmıştı.
Tezcan bugün bir açıklama yaptı.
 “Bir korku rejimi yaratıldı; gazeteci yazmaya, öğretim üyesi konuşmaya, öğrenci sokağa çıkmaya, hâkim karar vermeye korkuyor, savcı yargıya uygun soruşturma yapmaya, siyasetçi konuşmaya korkuyor. Böyle bir Türkiye tablosu yarattılar. Korku düzeninin adı nedir, faşist rejimdir”ifadelerini kullandı.
Türkiye’ye nereden bakarsanız bakın fotoğraf bu…
Aslında, diktatör, Latince dictatura kelimesinden türemiş, yönetimde mutlak güç ve egemenliğin sahibi olan lider anlamına gelmektedir.Latince "emir veren" manasına gelir. Türk Dil Kurumu'na göre ise diktatör, bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış kimseye denir.
Yani diktatörlük, devletinin yönetim şeklinin tek bir kişinin elinde olmasıdır.
Tezcan’a neden soruşturma açılmış anlayamadım…
                                                               ***
Diktatörü en güzel anlatan duayen gazetecimiz Bekir Coşkun 19 Eylül 2014 de 
“Diktatörü durdurmak” başlıklı yazısında bakın ne güzel tanımlamış.

Bizler “Diktatör” dedikçe yanlış anlaşılıyor sanki…
Köylüler etkili erkekleri, kadınları beğenip de övdüklerinde “Diktatör” derler…
*
“Emmicem de çok güzel bir diktatör adam idi…”
“Sözünü dedi mi dönmez idi…”
“Ağzını açanı pek de münasip indirir idi……”
“Desene ki diktatör adam idi…”
*
“Yengem?..”
“Yengem de çok güzel bir diktatör idi…”
“Bastı mıydı, yer titrer idi”
“Ha Hüseyin, mavzeri alıp alnından vururum iti der idi…”
“Desene ki diktatör bir karı idi…”
*
Biz diktatör falan dedikçe oyları artıyor…
Peki “zarif adam” desek…
“Centilmen…”
“Hümanist…”
“Kibar…”
“Nazik…”
Bak o zaman da uymadı…
*
Kaç gündür sesi çıkmıyordu, memlekette bir huzurlu sessizlik vardı sanki…
Kafası gözüktü…
Ve saydırdı:
“Edepsiz…”
“Alçak…”
“Adi…”
*
Ne yapıyor derseniz:
New York Times’i kalayladı…
Fitch ile Moody’si kovdu…
Terörümüz az gelmiş gibi Müslüman Kardeşler’i Türkiye’ye davet etti…
Bir bankayı batırdı…
(………)
Hepsi üç günde…
Demek ki ettiği yeminin tersine; kırıp dökme, yakıp yıkma, sayıp sövme huyundan vazgeçmeyecek…
Devlet, yasa, hak, hukuk diye bir şey yok…
O var…
*
Diktatöre boyun eğip katlananlar, tüm olanlardan diktatör kadar sorumludur ve diktatör kadar suçludur…
Bu ülkenin demokratlarının bir görevi var hâlâ…
Diktatörü durdurmak…
                                                                    ***
Kalemine, yüreğine sağlık sevgili Coşkun üstadımın…
Onu çok özledik ve hasretle  bekliyoruz.

Tünay Süer
2 Kasım 2017

1 Kasım 2017 Çarşamba

Bu işin sonu nereye varacak?

Bu işin sonu nereye varacak?
Ülkemiz sorunlarla dolu.

Tüm inkarlara rağmen hazine tamtakır.

Bütçe açığı had safhada

İç ve dış borçlar tavan yapmış,ödemeler dengesi bozuk,dış ticaret açığı her gün artıyor,ithalat bir türlü önlenemiyor,ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı unutmuşuz.

Yetkililer halka moral vermek için,ihracatımızın geçen yılın bu aylarına göre arttığını söylemekle yetiniyorlar,ithalatın da geçen yıla göre büyük oranda artması nedeniyle, dış ticaretteki açığın geçen yıla göre arttığını dile getiremiyorlar,ihracat arttı diyerek halkı aldatıyorlar.Bir zamanlar bolca ürettiğimiz,kendi ihtiyaçlarımıza bolca yeten tarım ürünlerini,eti ve hatta samanı dahi ithal ediyoruz.Tarım ve hayvancılığımız her yıl geriliyor,çiftçimiz mazot parasına yetişemiyor.

Dolar almış başını gidiyor,dolar kuru yükseldikçe akaryakıt ürünlerine kısa aralıklarla otomatik olarak zamlar yapılıyor,memur ve işçi maaşları,tarım ürünlerinin fiatı ve çiftçinin cebine giren para ise, yerinde sayıyor veya en başta benzin ve mazot fiyatları olmak üzere,doların artışından kaynaklanan zamların çok gerisinde kalıyor.

İşsizlik had safhada,işsizliğe çare bulunacağına ilişkin, hiçbir umut ışığı yok.

Eğitim;karmakarışık,sürekli sistem değişikliğine gidiliyor,tüm çaba ve arayış, kindar ve dindar nesli nasıl çoğaltabiliriz.TEOG kaldırıldı,sınavlar yaklaşıyor, aradan geçen uzun zamana rağmen, TEOG'un  yerine gelecek olan sistem henüz belirsizliğini koruyor.

Terör önlenebilmiş değil,komşularımızla sorun yaşamaya devam ediyoruz,Irak ve Suriye sınırları hala sorunlu,ülkenin güvenliği hala tehlikede.

Yargı bağımsız değil,bir Bylock illeti var ki; arkası kesilmiyor,telefonunda ve hattında Bylock çıkmış,kapatılan falanca derneğe üye, çocuğunu cemaat okullarında okutmuş,Bank Asyada hesap açtırmış,yurt dışı gezisine katılmış, falanca şirkete sigorta kaydı çıkmış gerekçesiyle,bunların tamamı darbeci ve Fetöcü denilerek, her gün onlarca kişi gözaltına alınıp gözü kapalı tutuklanıyor,önceki tutuklular ise,hakim önüne çıkmak ve kendisini savunabilmek için gün sayıyor, hakim önüne çıkma şansı bulanlar da, tutuklama nedenleri kalktığı halde, tutuklu olarak yargılanmaya devam ediyor, siyasal iktidar,işini gücünü bırakmış, dolan cezaevlerine alternatif olarak,yeni cezaevi inşaatlarına  hız vermiş durumda.

Bu kötü gidiş karşısında iktidarın yapması gereken nedir, bu kötü gidişe çare bulmak değil midir?

Peki iktidar ne yapıyor? Her gün konuşarak içeriye ve dışarıya bolca laf yetiştiriyor, ona buna posta koyuyor, iktidar partisinin iktidar yorgunluğunu,tükenmişliğini metal yorgunluğu olarak adlandırarak,partiyi makyajlamaya çalışıyor,bunun için de iktidar partisinin bazı il ve ilçe teşkilatını ve belediye başkanlarını istifaya zorlayarak istifa ettiriyor ve yerine yenilerini getirerek iktidar yorgunluğunu ve tükenmişliğini önleyeceğini zannediyor.

Siyasal iktidar, tabanını muhafaza edebilmek için, bunca sorun içinde çok lazımmış ve gerçekten ihtiyaç varmışçasına, müftülere ve imamlara,imam nikahı kıymaları yetmiyormuş gibi, bir de  medeni nikah kıyma yetkisi veren yasal değişiklik yapıyor. Bir yandan da, halkın cebinden daha fazla nasıl para çekerim de lüksüme devam ederim çabasını sürdürüyor.

Yaklaşan seçimlerin de etkisiyle sinirler iyice gerilmiş olmalı ki,iktidar partisi ile ana muhalefet partisi,karşılıklı olarak birbirlerine yönelik neredeyse hakarete varan ağır sözler söylüyorlar,ihanet ve diktatör sözlerinin havada uçuştuğu ağır suçlama ve tartışmalar bitmek bilmiyor.

Artık, iktidarın küçük ortağı gibi çalışan yavru muhalefet, muhalefet partisi olduğunu unutmuş vaziyette, ana muhalefet partisini eleştirerek,iktidar partisine asist yapıyor.İyi Parti'nin kurulması nedeniyle, biraz gecikmeyle de olsa, dün itibariyle, kendisinden doğan İyi Parti hedeflerini top atışlarıyla dövmeye ve yıpratmaya çalışıyor.

Özellikle;vize,Kuzey Irak politikası,PYD ve PKK'ya silah yardımı,silah ve hava savunma füzelerinin alımı konularında Rusya'ya yanaşılması,aynı şekilde Suriye sorununda ABD dışlanarak Rusya ve İran ile iş birliğine gidilmesi,Amerikada tutuklu olan Rıza Zarrab soruşturmasında, Zarrab'ın itirafçı yapılmaya çalışılması,ucu açık olan bu soruşturmanın, bazı politikacılarımızı da içine alacak şekilde genişletilmek istenmesi gibi nedenlerle, ABD ile siyasal iktidarın arası açılmış olup; ABD, şimdilik fırtınadan önceki bir sessizliğe bürünmüş beklemekte.

Evet değerli okurlar, sizce bu işin sonu nereye varacak?

Tek tesellimiz,ülke sorunlarını çözemeyen, çözmek bir yana,ülke için kendisi sorun olan kötü iktidarların görevden uzaklaştırılmalarının tek demokratik yolu olan seçimler oldukça yakın.

01/11/2017
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Güner Yiğitbaşı

29 Ekim 2017 Pazar

(Tarihten bir yaprak) Şimdi gerçekten öldüm işte!

(Tarihten bir yaprak) Şimdi gerçekten öldüm işte!
Ben, Van ve Erciş de yüzlerce kişinin enkaz altında kalarak öldükleri depreme Erciş de yakalanarak enkaz altında yaşamını yitiren onlarca öğretmenden biriyim.

Ben, Cumhuriyet çocuğuyum, bu nedenle, Cumhuriyetin kazanımlarından yararlanarak ve Cumhuriyetin ilkelerini benimseyerek okudum ve öğretmen oldum.

Cumhuriyetin kazanımlarını ve ilkelerini benimseyerek, bunların savunuculuğunu yapacak ve Türkiye Cumhuriyetini daha da ileriye götürecek olan genç nesiller yetiştirmek üzere, tüm sıkıntılarına, yokluklarına ve zorluklarına katlanarak, Erciş ilçesinde severek ve isteyerek öğretmenlik yapmaya başladım.

Hayatın cilvesi işte, her şey iyi ve yolunda giderken, tabii bir afet olan depremin, Van ve Erciş'i vurması üzerine, yıkılan bir binanın enkazı altında kalarak, hayata veda ettim.

Beni bu fani dünyadan uzaklaştıran depremden üç beş gün sonra, 29.Ekim.2011 de, Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümü kutlanacaktı. Tek arzum; öğrencilerimle birlikte 29.Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlamak ve bu vesileyle, ülkemizde Cumhuriyeti kuran Atamızı ve diğer büyüklerimizi anıp, onlara şükranlarımızı sunmak ve öğrencilerime, Cumhuriyetin ilkelerini ve pozitif kazanımlarını anlatarak, onların Cumhuriyetin ilkelerine ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimize dört elle sarılmalarına katkı sağlayabilmekti.

İnanın, depremde enkaz altında kalarak bedenen sizlerden ve aile yakınlarımdan ayrılmış olmam, beni  hiç üzmedi, tek üzüntüm, 29.Ekim.2011 tarihinde Cumhuriyetimizin 88.kuruluş yıl dönümünü kutlama imkanından mahrum kalmış olmamdı.

Aslında daha yolun başındaydım ve bu vatana ve bölge halkına yapacağım ve yapmak istediğim daha çok güzel şeyler vardı. Ancak, benim için kısmet bu kadarmış.

Ülkemizde, Cumhuriyetin ilkeleri doğrultusunda yetişmiş, insan hak ve özgürlüklerini ve demokrasiyi benimsemiş ve özümsemiş çok sayıda insan ve öğretmenin var olduğunu bildiğim için,  deprem yüzünden hayatımı kaybederek, Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümünü kutlayamamaktan kaynaklanan üzüntüme rağmen, teselli buluyor ve gözüm arkada kalmıyordu.

Canlı bedenim sizlerden ve ülkemden kopmuş olsa da, ruhum sizlerle ve ülkemle birlikte tüm canlılığı ile yaşamaya devam edecek, Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşlarının yadigarı olan, insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin yaşatılması ve daha da ileriye götürülmesi için yapılacak olan icraatları uzaktan izleyerek, teselli bulacaktım.


Biliyordum ki; benim yapamadıklarımı, arkamda bıraktığım arkadaşlarım yapacaklar, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 88.yıl dönümü, tüm ülkede coşkuyla kutlanacak, Cumhuriyetimizi kurarak bize emanet eden Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşları, minnetle anılacak, bu coşkulu kutlamalarla, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin her kesimden tüm iç ve dış düşmanlarına korku salınacak ve  hak ettikleri cevap verilecekti.

Heyhat!

Bir de ne duyayım; her fırsatta insan hak ve özgürlüklerinden, demokrasiden, Cumhuriyetten dem vuran ve daha özgür bir yeni Anayasa yapma hazırlığında olan Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN, bir genelge yayınlamış ve tüm yurtta, çelenk sunumu ve tebriklerin kabulü dışında, Cumhuriyetimizin 88.kuruluş yıl dönümü olan bu seneki Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ve resmi geçit törenlerini  iptal etmiş.

Gerekçe olarak da, benim de enkazı altında kalarak hayata veda ettiğim Van depremini göstermiş. Asıl beni üzen husus da, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının iptaline, benim de enkazı altında kalarak bu hayattan göçmeme neden olan  Van depreminin gerekçe yapılarak, benim cansız bedenimin, bu gereksiz iptal kararına alet edilmiş olmasıdır.

Oysa ki, benim tek arzum ve vasiyetim, geride bıraktığım arkadaşlarım tarafından, Cumhuriyetin 88. kuruluş yıl dönümü olan 29.Ekim.2011 bugün, Cumhuriyet Bayramının coşkuyla kutlanmasıydı. Şunu da ilave edeyim; Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal ettiniz ama, görüyorum ki, ölenle ölünmüyor ve herkes, olduğu gibi günlük yaşantısına aynen devam ediyor.

Kaldı ki, ülkemiz, tabii afet olsun, PKK terörü olsun çok sık aralıklarla onlarca toplu ölümlere maruz kalıyor, bu koşullarda, Milli Bayramlarımızı iptal etmeye kalktığımızda, hiçbir bayramı kutlama imkanı bulamayacağımız çok açık. Önümüzde, bir de dini Kurban Bayramı var. Kurban Bayramı için Sayın ERDOĞAN ne düşünüyor bilemiyorum.

İşte, en önemli Milli Bayramız olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının, hem de, benim de içlerinde bulunduğum Van depreminde ölenler gerekçe gösterilerek iptal edilmesiyle, şimdi ben gerçekten öldüm.

Sizlerin, kutlanması yasaklanan, ancak hepinizin gönüllerinizde yürekten kutladığınızdan emin bulunduğum 29 Ekim Cumhuriyet Bayramınızı kutluyorum.

Hoşça kalın.

29.Ekim.2011
Güner YİĞİTBAŞI

Güner Yiğitbaşı

28 Ekim 2017 Cumartesi

Beni Koruyunuz - Gündüz Akgül

Beni Koruyunuz - Gündüz Akgül
Ben kimim?
19 Mayıs 1919 da Samsun’da bir güneş gibi doğan büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün üstüne titrediği çocuğuyum.
Anam ANADOLU,
Doğum tarihim 29 Ekim 1923,
Adım LAİK CUMHURİYET.
Bu gün 94. Doğum yıldönümüm,
Ben;
-Ülkede aydınlanmanın başlangıcıyım,
-Çocuklarınız ve torunlarınızın aydın geleceğiyim,
-Devrimlerin beşiğiyim,
-İlime ve bilime varılan yolun ilk köşe taşıyım,
-Yüce din duygusunun vicdanlarda yaşatılmasının güvencesiyim,
-Din, dil, ırk, cinsiyet ayırımı yapanların düşmanıyım,
-Kadınların birinci sınıf yurttaş olmanın ödünsüz savunucusuyum,
-Bana güvenen ve beni içselleştiren tüm yurttaşlarımın koruyucu şemsiyesiyim,
-Yurtta barış, dünyada barışın temsilcisiyim.
-Sizi, Kulluktan-bireye, Ümmetten- ulusa, Cemaatten-topluma, taşımanın simgesiyim.
-Ata’mın dediği gibi, kimsesizlerin kimsesiyim.
-Daha sayamadığım onlarca niteliğim var.
Tüm bu niteliklerimi kaybetmek istemiyorsanız, yarınlarda çocuklarınız ve torunlarınız, “Baba/dede, laik cumhuriyet yok edilmeye ve aydın geleceğimiz karartılmaya çalışılırken sen neredeydin?” sorusuna verebilecek bir yanıtınız olması için beni koruyunuz.
Ben, ad olarak değişik Cumhuriyetlerle anılabilirim.
Ancak, bu Cumhuriyetlerde laiklik ilkem yoksa sadece adı Cumhuriyet olur.
Aydınlığımın, bilime önceliğimin,  demokrasiye kaynaklığımın olmazsa olmazı laiklik ilkemdir.
Bu ilkeme titizlikle ve kıskançla sahip çıkarak beni koruyunuz.
Benim, ülkeyi bölmeye çalışan terörle, insanların yaşamına kast eden anarşiyle, yurttaşların özgürlüklerini kısıtlamayla, yasa dışı işlerle hiçbir bağlantım yoktur.
Onun için beni bu yasa dışı yollarla değil, Anayasada yer aldığım meşru varlığımla, yasal yoldan koruyunuz.
Ne demişti Ata’m;
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
Eğer aydınım, demokratım, Kemalist’im, laik Cumhuriyet sevdalısıyım diyorsanız, Ata’mın dediği gibi beni “ilelebet payidar” kılmak için koruyunuz.
Artık açıkça, “Doksan yıllı reklam arası sona erdi” diyerek beni yok etmeye çalışıyorlar. Yukarıda söylediklerimi doğru buluyorsanız, beni koruyunuz.
Söylemesi benden, oturup bu dediklerimi düşünerek karar vermek sizden.
Çünkü ben, sizin için varım.
Son sözüm gençlere: Aydınlık geleceğinizin karartılmasını istemiyorsanız, tek seçeneğiniz beni korumaktır.  Ata’mın dediği gibi “muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur.” 
Tüm Cumhuriyet sevdalılarının Cumhuriyet Bayramını kutluyorum.

29.Ekim.2017
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı